Türk hukukunda borç ilişkilerinde
alacaklının alacağını zamanında ve
gerçek değeriyle tahsil edememesi, özellikle
yüksek enflasyon, döviz kurundaki ani
yükselişler ve paranın değer kaybının
faiz ile telafi edilememesi gibi olumsuz ekonomik faktörler,
borç ödeme ilişkilerinde alacaklı aleyhine
olumsuz etkiler doğurmakta ve alacaklının zarar
görmesine sebep olmaktadır.
Bu kapsamda mülkiyet hakkının ihlal edildiği
gerekçesiyle son yıllarda, çok sayıda
başvuru Anayasa Mahkemesi (“AYM”)
önüne gelmiş ve benzer davalar sonucunda ortaya
çıkan hukuki sorunlar önemli bir gündem
oluşturmuştur.
AYM, 2024/41763 başvuru numaralı ve 8 Temmuz 2025 tarihli
Caner Şafak kararında (“Caner Şafak
Kararı”), özetle, borçların
geç ödenmesi nedeniyle alacaklının
uğradığı değer kaybının mevcut
faiz oranlarıyla telafi edilemeyeceğini, ekonomik
göstergelerin borç ödeme ilişkilerinde
alacaklı aleyhine sonuçlar doğurduğunu ve bu
durumun mülkiyet hakkının özüne zarar
verdiğini değerlendirmiş ve başvurucunun talep
ettiği munzam zarar davasının reddedilmesinin,
etkili başvuru hakkının ihlali anlamına
geldiğine karar vermiştir.
Bu karar, borç ödeme ilişkilerinde ekonomik
koşulların göz önünde
bulundurulmaması durumunda alacaklının
haklarının yeterince korunamayacağını
açıkça ortaya koymakta,
borçlu-alacaklı ilişkilerindeki ekonomik
faktörlerin hukuki sonuçlarının daha
açık bir şekilde ortaya konması
gerektiğini ve alacaklının zararlarının
giderilmesi adına yasal düzenlemelere ihtiyaç
duyulduğunu göstermektedir.
Bu bilgi notunda, borç ödeme ilişkilerinde
ekonomik koşulların dikkate alınmaması
nedeniyle alacaklının uğradığı
zararlar ile AYM'nin Caner Şafak kararı
kapsamlı bir şekilde incelenecektir. Söz konusu AYM
kararına buradan ulaşabilirsiniz.
I. Başvurunun Konusu
Başvurucu Caner Şafak, T. Bankası A.Ş.
aleyhine 09/11/2010 tarihinde 48.854,00 TL asıl alacak
üzerinden icra takibi başlatmıştır.
İcra takibine karşı borçlu tarafından
itiraz edilmiş, itiraz üzerine takip durdurulmuş ve
başvurucu itirazın iptali için dava
açmıştır. Açılan davayı
gören İstanbul 2. Tüketici Mahkemesi,
borçlunun itirazının iptaline karar vermiş ve
borcun asıl alacağına ilişkin hükümle
takibe devam edilmesi gerektiğine, takip tarihinden itibaren
%9 yıllık temerrüt faizi uygulanmasına ve
ayrıca 9.770,80 TL icra inkâr tazminatına
hükmetmiştir. Bu karar 01/07/2020 tarihinde
kesinleşmiş, icra takibine ve davaya konu edilen
borç 02/07/2020 tarihinde ödenmiştir.
Başvurucu, borcun ödenmesindeki gecikme nedeniyle
paranın enflasyon karşısında değer
kaybettiğini ve ödenen kanuni faiz ile temerrüt
faizlerinin bu değer kaybını yeterince
karşılamadığını ileri sürerek
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 122
nci maddesi uyarınca munzam zarar (aşkın zarar)
talebiyle İstanbul 10. Tüketici Mahkemesi nezdinde dava
açmıştır. Yerel mahkeme tarafından
davanın reddine karar verilmiş, bu karar istinaf ve
temyiz mahkemesi denetiminden de geçerek
kesinleşmiştir.
Başvurucu, temyiz mahkemesi kararının,
Anayasa'nın 35 inci maddesinde korunan mülkiyet
hakkı ile Anayasa'nın 40 ıncı maddesinde
güvence altına alınan etkili başvuru
hakkına aykırı olduğu iddiasıyla
AYM'ye başvuruda bulunmuştur.
II. Yerel Mahkeme, İstinaf ve Temyiz Aşamaları
a) İlk Derece
İncelemesi (İstanbul 10. Tüketici
Mahkemesi)
Başvurucunun, uğradığını iddia
ettiği 100.000,00 TL tutarındaki munzam zararın
tazmini için açtığı davanın
09/03/2021 tarihinde reddine karar verilmiştir. Yerel mahkeme,
karar gerekçesinde özetle, başvurucunun
itirazın iptali davasında temerrüt faizi
istediği halde yasal faize hükmedildiği, bunu temyiz
sebebi yapmadığı, oysa tacir olan banka
yönünden ticari/avans faizine hükmedilmesinin
mümkün olabileceği, munzam zarardan kaynaklanan
tazminat borcunun doğması için aranan kusurun
borçlunun temerrüde düşmedeki kusuru
olduğu, davalı bankanın temerrüde
düşmedeki kusurundan ve munzam zarar
şartlarının oluştuğundan
bahsedilemeyeceği ifade etmiştir.
b) İstinaf İncelemesi (İstanbul Bölge
Adliye Mahkemesi 46. Hukuk Dairesi)
İstinaf Mahkemesi, Yerel Mahkeme kararını
kaldırmış ve davanın farklı bir
gerekçeyle reddine karar vermiştir. İstinaf
mahkemesi kararında özetle, borçlunun
temerrüde düşmedeki kusurunun ispat
yükünün borçluya ait olduğu,
alacaklının zararını somut delillerle
ispatlaması gerektiği ve enflasyon ve benzeri ekonomik
göstergelerin yalnızca zarar ispatı için
yeterli olmadığı kabulüyle başvurucunun
istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir.
c) Temyiz İncelemesi (Yargıtay 3. Hukuk
Dairesi)
İstinaf Mahkemesi kararına karşı yapılan
temyiz başvurusu neticesinde Temyiz Mahkemesi, enflasyon,
döviz kuru artışları gibi ekonomik
göstergelerin zarar ispatı için tek
başına yeterli olmayacağı ve aşkın
zarar (munzam zarar) iddiasının somut vakalarla
delillendirilmesi gerektiği gerekçesiyle İstinaf
Mahkemesi kararını onamıştır.
Yerel Mahkeme, İstinaf Mahkemesi ve Temyiz Mahkemesi'nin
ortak değerlendirmesi, munzam zararın ispatının
yalnızca ekonomik göstergelerle
yapılamayacağı yönündedir. Başvurucu
bu sebeple AYM'ye başvuru yoluna gitmiştir.
III. Başvurucunun İddiaları
Başvurucu, 2009–2024 dönemi TÜFE ve
döviz kuru verilerini sunarak, borcunun yaklaşık on
yıl süreyle geç tahsil edildiğini ve bu
süre zarfında ödenen temerrüt faizinin
alacağın gerçek değerini
karşılamadığını iddia etmiştir.
Başvurucu, ödenen temerrüt faizi ile
alacağın değer kaybını telafi edebilmenin
mümkün olmadığını, enflasyon ve
döviz kuru artışlarının etkilerinin
göz ardı edilerek zararının yeterince tazmin
edilmediğini ileri sürmüştür.
Ayrıca, başvurucu, mahkemelerin uyguladığı
katı ispat kriterlerinin benzer davalarda farklı
şekilde uygulandığını ve bu durumun
eşitlik ilkesine aykırı olduğunu da belirterek
Anayasa'nın 35 inci maddesinde güvence altına
alınan mülkiyet hakkı ve 40 ıncı
maddesinde yer alan etkili başvuru hakkı ile birlikte,
eşitlik ve adil yargılanma ilkelerinin ihlal
edildiğini ifade etmiştir.
IV. AYM'nin Değerlendirmesi
Anayasa'nın 35 inci maddesi "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." diyerek mülkiyet hakkını güvence altına alırken 40 ıncı maddesi temel hakların ihlali durumunda etkili başvuru hakkını düzenlemektedir. AYM, başvurucunun şikâyetinin mülkiyet hakkı ve etkili başvuru hakkıyla doğrudan ilişkili olduğunu değerlendirmiştir.
i. Etkili Başvuru
Hakkına ilişkin Değerlendirme:
AYM, Anayasa'nın 40 ıncı maddesinde
düzenlenen etkili başvuru hakkı gereğince,
sadece kanuni başvuru yollarının
varlığının yeterli
olmadığını, başvurunun teorik ve pratikte
mağduriyeti giderebilecek makul başarı
şansına sahip olması gerektiğini
belirtmiştir.
AYM ayrıca Munzam zarar davasının teorik olarak
mevcut olsa da içtihadî belirsizlik nedeniyle etkili
bir çözüm sunmakta başarısız
olduğunu belirtmiştir.
- Munzam Zarar Davalarının İçtihadi Çelişkisi ve Etkisi
AYM, 1980'lerden itibaren süregelen iki farklı yaklaşım bulunduğunu ve bunların arasında içtihadi ayrılıklarının olduğunu vurgulamıştır. Bazı içtihatlar, enflasyonun zarar ispatı için yeterli olduğunu kabul ederken, diğerleri bunun somut vakalarla desteklenmesi gerektiğini savunmuştur. İçtihadi belirsizliğin, başvurucuyu etkin bir şekilde koruyacak bir hukuk yolu oluşmasına engel olduğu belirtilmiştir.
ii. Mülkiyet
Hakkına İlişkin Değerlendirme:
AYM, alacaklının alacağını geç
tahsil etmesi halinde, enflasyon karşısında meydana
gelen değer kaybının giderilmemesinin
alacağına gerçek değeriyle
ulaşmasını engellediği, borçlunun ise
borcunu gerçek değerinin altında ödemesine
yol açtığı, bu durumun taraflar
arasındaki adil dengeyi alacaklı aleyhine bozduğu ve
alacaklıya ölçüsüz bir külfet
yüklediğini ifade etmiştir. Bununla birlikte adil
dengenin kurulabilmesi için borçlunun borcunu borcun
gerçek değeri üzerinden ödemesi
gerektiği, zira bu yükümlülüğün
borçluya orantısız veya aşırı bir
külfet yüklediği belirtilmiştir. Kararda
ayrıca, enflasyon etkisiyle uğranılan değer
kaybının telafisi ve tazmini için 3095
sayılı Kanun ile bir hukuk yolu oluşturulduğu
ancak bu kanundaki faize ilişkin hükümlerin teorik
düzeyde dahi değer kaybının önlenmesine
ilişkin başarı şansı sunma kapasitesinin
olmadığı belirtilmiştir.
- 3095 sayılı Kanun'un Yetersizliği
Mahkeme, 3095 sayılı Kanun'daki düzenlemelerin alacağın enflasyon karşısında uğradığı değer kaybını önlemeye elverişli olmadığını, bu nedenle nedeniyle faizi aşan zararlar 818 sayılı mülga Kanun'un 105 ve 6098 sayılı Kanun'un 122 nci maddesi uyarınca munzam zarar davası yoluyla giderilmeye çalışıldığı, 1980'li yıllardan bu zamana kadar bazı yargı kararlarında enflasyon olgusunun zararın ispatı için yeterli görülerek bu davaların kabul edildiği ancak bazı kararlarda ise munzam zarar talebinin enflasyon etkisi dışında somut bir zarara ilişkin olması gerektiği gerekçesiyle reddedildiği, bu kapsamda söz konusu munzam zarar davasının, alacakların enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini güvence altına almadığı ve bu yöndeki içtihadın etkili bir hukuk yolunun bulunduğu yönünde gelişme göstermediği belirtilmiştir.
V. AYM'nin Tespitleri
a. Aşırı
Külfet ve Adil Dengenin Bozulması
AYM, başvurucunun borcun geç ödenmesi nedeniyle
uğradığı ekonomik kaybın tespit edilebilir
olduğunu belirtmiş, ancak derece mahkemelerinin
yalnızca genel ekonomik olgulara dayanarak zarar
ispatını yeterli görmemesinin başvurucuya
olağan dışı bir külfet
yüklediğini vurgulamıştır. Mahkeme,
borçlunun kanuni borcunu gerçek değeri
üzerinden ödemesi gerektiğini ifade etmiş ve
başvurucunun zararının tazmin edilebilmesi
için daha uygun bir değerlendirme yapılması
gerektiği sonucuna varmıştır.
b. Yapısal Sorun ve Pilot Karar
İçtihadı
AYM, bu başvuru ve diğer derdest başvurular
bakımından verilen ihlal kararları ile
Anayasa'nın 35 inci maddesinde güvence altına
alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı
olarak Anayasa'nın 40 ıncı maddesinde
düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal
edildiğine karar verse de bu durumun benzer
başvuruların yapılmasını
engellemeyeceği ve özel hukuk kişileri
arasındaki alacağın enflasyon
karşısında değer kaybına
uğramasından kaynaklanan ihlalleri de
sonlandırmayacağı kanaatine
varmıştır. Bu kapsamda AYM, bireysel başvurunun
ikinciliği ilkesinin dikkate alınarak, özel hukuk
kişileri arasındaki alacağın enflasyon
karşısında değer kaybına
uğraması ve dolayısıyla meydana gelen
zararların tazmin edilmesini sağlayacak başvuru
yollarının bulunamamasından kaynaklı ihlaller
nedeniyle ortaya çıkan ve yapısal sorun
teşkil eden durum telafi edilebilmesi için
açık bir kanuni bir düzenleme yapılması
gerektiğini belirtmiştir.
Bununla birlikte, oluşturulacak başvuru yolunun
hâlihazırda yapılan ve bundan sonra yapılacak
başvurular için özel hukuk kişileri
arasındaki alacağın enflasyon
karşısında değer kaybına
uğramasını önleyecek nitelikte olması
gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda,
söz konusu yapısal sorunun çözümü
için Türkiye Büyük Millet Meclisine
bildirimde bulunulmasına karar vermiştir.
Ayrıca, AYM, benzer nitelikteki çok sayıda
başvurunun kendisine intikal ettiğini ve münferit
ihlal kararlarının yapısal sorunu
çözmeye yetmeyeceğini belirterek, pilot karar
usulünün uygulanmasının uygun olduğuna
karar vermiştir.
VI. Hüküm
Anayasa Mahkemesi tarafından,
1. Anayasa'nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkı ile bağlantılı olarak
Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili
başvuru hakkının ihlal edildiğine,
2. İhlalin yapısal sorundan kaynaklandığı
anlaşıldığından pilot karar
usulünün uygulanmasına,
3. Yapısal sorunun çözümü için
keyfiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisine
bildirilmesine,
4. Kararın yayımlandığı tarihe kadar
mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla
yapılmış olan başvurular ile bu tarihten sonra
kaydedilecek olan başvuruların incelenmesinin
kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından
itibaren altı ay süreyle ertelenmesine,
5. Başvurucunun tazminat talebinin reddine,
6. Yargılama giderlerinin başvurucuya ödenmesine,
karar verilmiştir.
The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.