ÖZET

İrade serbestisi ilkesini temel alan sözleşmeler hukukunda taraflar, serbest iradeleri ile bir araya gelerek yaptıkları sözleşmenin içeriğini, kanunlarda öngörülen sınırlar dahilinde, özgürce belirleyebilmektedir. Roma Hukukunda “pacta sunt servanda” olarak ifade edilen ahde vefa ilkesi uyarınca kişiler, serbest iradeleri ile verdikleri sözlerle bağlıdır ve bu ilke gereğince ifanın ne derece zorlaştığına bakılmaksın, taraflardan edimlerini ifa etmeleri beklenir.

Ancak özellikle savaş ve savaş sonrası dönemlerde meydana gelen güçlükler, para değerindeki aşırı düşüşler ve tarafların iradeleri dışına gelişen deprem, salgın hastalık gibi birtakım olaylar, ahde vefa ilkesine kesin ve sıkı sıkıya bağlılığın her zaman adil sonuçlar doğurmadığını ortaya koymuştur.

Bu çalışmanın hazırlandığı dönemde gündemde olan, Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilen ve dünyanın hemen her ülkesinde görülerek insanların ölümüne yol açan Covid-19 salgınının, daha şimdiden birçok sözleşmeyi olumsuz yönde etkilediği gözlemlenebilmektedir. Konuları itibariyle bazı sözleşmeler bakımından doğrudan etkili olan ve mücbir sebep teşkil eden salgın; kimi sözleşme bakımından mücbir sebep sayılamayacak nitelikte olması ve ifayı imkânsız kılmamasına rağmen, tarafların edimleri arasındaki dengeyi aşırı ölçüde bozmaktadır. Bunun yanında sözleşmenin sona ermesi, her zaman en ekonomik ve tarafların tercih edeceği çözüm olmayacaktır. Covid-19 gibi olağanüstü durumların etkisinin azalması yahut ortadan kalkması halinde sözleşmenin devamının, tarafların menfaatine olduğu birçok sözleşme bulunmaktadır.

Bu durumda sözleşmenin sona erdirilmesi yerine, değişen koşullara uyarlanarak her iki tarafın da menfaatini gözetecek bir çözüm bulunması, daha elverişli bir çözüm olabilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Sözleşmeye Bağlılık, Değişen Koşullar, Uyarlama, Hardship.

GİRİŞ

Bir borcun ifası imkansızlaşmış olmamakla birlikte, borçlunun sorumlu olmadığı sebeplerle aşırı derecede güçleşmiş ise, bu durumun borç ilişkisine nasıl etki edeceği sorusu gündeme gelmiş ve konunun incelenmesini gerekli kılmıştır.

Sözleşmenin kurulması anında bulunmayan, tarafların öngöremeyeceği ve kontrol edemeyeceği koşulların, daha sonra ortaya çıkarak edimler arasında dengesizliğe sebep olması ve bu durumun yarattığı adaletsizliklerin giderilmesi adına, çeşitli hukuk sistemlerinde uyarlama kavramı, clausula rebus sic stantibus, beklenmeyen hal, aşırı ifa güçlüğü ve emprevizyon gibi pek çok farklı temellere dayandırılmıştır.

Buna paralel olarak Türk hukukunda da sözleşmelerin uyarlanması ihtiyacı duyulmuş ve ilk kez 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (“TBK”)'nun 138.maddesi ile, sözleşmelerin değişen koşullara uyarlanabilmesine ilişkin yasal bir düzenleme getirilmiştir. İsviçre hukukunda olduğu gibi Türk hukukunda da düzenleme kapsamında dayanılan temel prensip, dürüstlük kuralı olmuştur. Nitekim TBK'nın 138.maddesinin gerekçesi, “Bu yeni düzenleme, öğreti ve uygulamada sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesinin istisnalarından biri olarak kabul edilen, “işlem temelinin çökmesi” ne ilişkindir. İmkânsızlık kavramından farklı olan aşırı ifa güçlüğüne dayanan uyarlama isteminin temeli, Türk Medenî Kanununun 2 nci maddesinde öngörülen dürüstlük kurallarıdır.1 şeklinde ifade edilmiştir.

Burada belirtmek gerekir ki, uyarlamaya ilişkin yasal düzenleme ilk kez TBK ile birlikte getirilmiş ise de; TBK'da yer alan yeni düzenleme öncesinde de Yargıtay ve öğreti tarafından değişen koşulların ifa güçlüğüne sebebiyet vermesi halinde sözleşmelerin bu koşullara uyarlanabileceği kabul edilmekteydi. Ancak uygulamada, hangi teoriye dayanılacağı konusunda fikri birliği bulunmadığı ve Yargıtay'ın çeşitli sözleşme tipleri için verdiği kararlarda farklı ölçütler benimsediği görülmüştür. Her ne kadar yeni düzenleme ile gerekçede bir teoriye atıf bulunmakta ise de, uygulamada halen konuyla ilgili farklı görüşler ileri sürülmekte ve savunulmaktadır.

Bunun yanında TBK'nın 138.maddesinde yer alan genel hüküm yanında, mevzuatımızda bazı özel düzenlemeler ile kefalet, kira, bağışlama sözleşmesi gibi çeşitli borç ilişkilerinin uyarlanmasını düzenleyen özel hükümler de bulunmaktadır.

Bu çalışmada, borcun ifasının imkansızlaşması değil fakat borçludan kaynaklanmayan nedenlerle aşırı derecede güçleşmesi hali, yani aşırı ifa güçlüğü konusu ele alınmaktadır.

  1. TÜRK HUKUKUNA TABİ SÖZLEŞMELERDE AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜ VE SÖZLEŞMENİN DEĞİŞEN KOŞULLARA UYARLANMASI
  1. Genel Olarak

Aşırı ifa güçlüğü; sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut koşulların, daha sonradan, taraflarca öngörülemez şekilde ve borçludan kaynaklanmayan sebeplerle değişmesi ve bu değişikliğin, borçlunun edimini aynen ifa edebilmesi için aşırı bir fedakarlığa katlanmasına sebebiyet vermesi halidir. Sözleşmenin kurulduğu an ile ifa anı arasındaki koşullarda meydana gelen değişiklik nedeniyle, borçludan edimini yerine getirmesinin beklenmesi, dürüstlük kuralına aykırı düşecektir. Bunun sonucu olarak sözleşmenin, her iki tarafın menfaatini gözeterek, değişen bu yeni koşullara uyarlanması gerekliliği gündeme gelecektir.

Sözleşmedeki işlem temelini, tarafların sözleşmeyi yaparken varlığına ve değişmeyeceğine inandıkları birtakım olgular oluşturmaktadır. İşlem temelinin çökmesinin bir türü olan aşırı ifa güçlüğü, edimin imkânsızlaşmamasına rağmen, borcun yerine getirilmesinin aşırı şekilde güçleşmesini ifade eder. Dolayısıyla sözleşmenin kurulması sırasında var olmayan ve önceden tahmin edilemeyen bazı koşulların ortaya çıkması, taraflardan birinin aşırı ifa güçlüğüne düşmesine ve dolayısıyla işlem temelinin çökmesine sebebiyet verecektir.

Burada belirtmek gerekir ki işlem temelinin çökmesi halleri, aşırı ifa güçlüğü kavramından daha geniş olup; edimler arası dengenin bozulması ve sözleşme ile izlenen amacın boşa çıkması durumları da işlem temelinin çökmesi kapsamındadır. TBK'nın 138.maddesi gerekçesinde ise işlem temelinin çökmesi kavramına dar bir anlam yüklenmiş ve maddenin birçok açıdan boşluk içerdiği, Adalet Komisyon Raporu'nda “düzenleme yokluğunda yargı TMK md. 2/I veya md. 1/II yoluyla soruna özgü içtihat hukukunu geliştirerek ihtiyacı giderecektir.” şeklinde ifade edilerek uygulama detayları yargıya bırakılmıştır.

Bununla birlikte TBK'da düzenlenen ifa imkansızlığı ile aşırı ifa güçlüğü arasındaki farka da kısaca değinmek yerinde olacaktır. İfa imkansızlığı, TBK'nın 136.maddesinde düzenlenmiş olup; borcun ifasının borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşması nedeniyle borcun sona ermesini ifade etmektedir. Aşırı ifa güçlüğü ile ifa imkansızlığı arasındaki temel fark, ifa imkansızlığında yerine getirilebilecek bir edim bulunmamasıdır. Oysa aşırı ifa güçlüğünde, edimin yerine getirilmesi mümkün fakat külfetlidir; dolayısıyla aşırı ifa güçlüğünden bahsedebilmek için ifası zor da olsa halen yerine getirilmesi mümkün bir edimin bulunması gerekir. Bunun sonucu olarak aşırı ifa güçlüğüne ilişkin düzenlemedeki amaç, sözleşmenin yeni koşullara uygun şekilde ayakta tutulması iken, ifa imkansızlığının tek sonucu sözleşmenin sona ermesidir.  

Yine sonuçları bakımından aşırı ifa güçlüğü ile karıştırılabilen bir diğer kavram mücbir sebep halleridir. Her ikisinde de önceden öngörülemeyen bir olay veya durum söz konusu olmakla birlikte bu kavramların koşul ve sonuçları birbirinden çok farklıdır. Mücbir sebebe ilişkin mevzuatta ya da doktrinde üzerinde fikir birliğine varılmış net bir tanım bulunmamaktadır. Mücbir sebep genel olarak, tarafların üstlendikleri edimlerin ifasına ve sözleşmeden doğan borcun ihlaline mutlak surette, öngörülemez ve kaçınılmaz olarak yol açan, karşı konulması objektif olarak mümkün olmayan savaş, ayaklanma, doğal felaketler gibi dışsal olaylar olarak açıklanabilmektedir. Aşırı ifa güçlüğünde, yukarıda da ifade edildiği üzere sözleşmenin uyarlanması gündeme gelebilecekken, mücbir sebepte ifanın sürekli ya da geçici olarak imkânsızlaşması söz konusu olacak; dolayısıyla sözleşmenin uyarlanması çözümü getirilemeyecektir.2

 “III. Aşırı ifa güçlüğü

MADDE 138- Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”

Görüldüğü üzere aşırı ifa güçlüğü halinde sözleşmenin uyarlanabileceği kabul edilmiş olmakla birlikte, bütün durum değişikliklerinin her halde uyarlamaya imkân vermeyeceği açıktır. Öncelikle koşullarda meydana gelen değişikliğin olağanüstü bir değişiklik sayılması gerekir. Bu olağanüstü değişiklik kavramının her sözleşme ilişkisine etkisi aynı olmayabilir. Değerlendirilmesi gereken husus, sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan değişikliğin “sözleşmeye etkisinin” öngörülemez ve olağanüstü olmasıdır. Bu etkiyi öngöremeyen ve kendisinden ifanın dürüstlük kuralı uyarınca beklenemediği sözleşmenin “mağdur” tarafı, TBK'nın 138.maddesi kapsamında sözleşmenin uyarlanması hakkına sahip olabilir.3 Sözleşmenin uyarlanması ile amaçlanan, değişen koşullar nedeniyle sözleşmede bozulan dengenin ve adaletin sağlanmasıdır.

  1. Uyarlamanın Unsurları

Geçerli bir sözleşmenin, TBK'nın 138.maddesi kapsamında uyarlamaya konu edilebilmesi için birtakım koşulların sağlanması gerekmektedir.

Öncelikle, doğrudan hüküm ile getirilen haktan yararlanılabilmesi için, kanunlarda ya da sözleşmede uyarlamaya ilişkin hüküm bulunmaması gerekir. Burada belirtmek gerekir ki, TBK'nın 138.maddesi emredici bir düzenleme değildir. Dolayısıyla taraflar arasında, beklenmeyen hal veya olağanüstü durumlara ilişkin bir çözüm mekanizması yahut değişen koşullarda rizikonun paylaşılmasını öngören hüküm bulunması halinde, öncelikle sözleşme hükümleri uygulanacaktır. Taraflar ve hâkim, sözleşmede yer alan hükümlerle bağlıdır.

TBK'nın 138.maddesi, uyarlamaya ilişkin talebin ileri sürülebilmesi için aşağıda yer alan şartların sağlanmasını aramaktadır.

  1. Sözleşmenin yapılmasından sonra olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır

TBK'nın 138. maddesi ile getirilen düzenleme, sözleşmenin kurulması aşamasından sonra gerçekleşen durum değişikliğinin olağanüstü nitelikte olması şartını aramaktadır.  Hükümde yer alan “olağanüstü” ifadesi, uyarlama talep edilebilmesi için mutlaka meydana gelen olayın olağanüstü nitelik taşıması gerekip gerekmeyeceği konusunda tartışmalara yol açmaktadır.

Olağanüstü değişiklikleri nitelikleri itibariyle objektif ve sübjektif olağanüstü değişiklikler olarak ikiye ayırmak ve bu kapsamda bir değerlendirme yapmak mümkündür. Objektif nitelikteki olağanüstü değişiklikler, deprem, sel, salgın hastalık, savaş, büyük ekonomik krizler, devalüasyonlar gibi toplumun tümünü ya da oldukça fazla bir kesimini etkileyen değişikliklerdir. Yargıtay da savaş, salgın hastalık, doğal afet gibi olayların bu niteliğe sahip olduğunu, bu hallerin varlığı halinde borçlunun ifa güçlüğüne düşebileceğini ve bu durumda ifa güçlüğüne dair diğer koşulların da bulunması halinde uyarlama talep edilebileceğini kabul etmektedir.

Bunun yanında toplumun çoğunluğunu etkileyemeyen fakat sözleşme tarafları için olağanüstü nitelik taşıyan durumlar ise sübjektif nitelikteki olağanüstü değişiklikler olarak nitelendirilebilir. Doktrindeki bazı yazarlara göre, bireysel niteliği aşan ve toplumun tamamını veya büyük kesimlerini etkisi altına alacak kadar geniş nitelikteki olaylar olağanüstü nitelik taşımakta ve bunun dışında tek veya birkaç kişiyi etkileyen olayların olağanüstü olarak değerlendirilmemektedir. Uygulamada konuyla ilgili farklı görüşler öne sürülmekle birlikte, kanaatimiz, sübjektif olağanüstü durum değişikliklerinde de, öngörülen diğer koşulların varlığı halinde, uyarlama talep edilebilmesi gerektiği yönündedir.

  1. Ortaya çıkan olağanüstü durum, sözleşmenin kurulması aşamasında taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen nitelikte olmalıdır

Sözleşmenin değişen koşullara bağlı olarak uyarlanmasının talep edilebilmesi için, değişen koşulların taraflarca öngörülebilir nitelikte olmaması gerekmektedir. Bu şart, madde metninde açıkça ifade edilmektedir. Taraflar, sözleşmeyi kurarken hal ve koşullarda daha sonradan önemli nitelikteki değişikliklerin oluşabileceğini öngörebiliyorlarsa ya da bu değişiklikler dürüstlük kuralı uyarınca tahmin edilebilir nitelikteyse, TBK'nın 138.madde hükmüne başvurulamayacaktır.

Öngörülemezlik unsuruna ilişkin değerlendirmede, sözleşmenin kurulduğu andaki koşullar dikkate alınmalı, kişinin iş hayatında hesaba katmakla sorumlu olduğu düşüncelerin bütünü değerlendirilmelidir. Örneğin Yargıtay'ın, Türkiye'de sıklıkla ekonomik krizlerin yaşandığını ifade ederek, ekonomik kriz nedeniyle uyarlama taleplerinde öngörülemezlik unsurunun oluşmadığı yönünde kararlar verdiği görülmektedir.4

Sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan değişikliklerden hangilerinin öngörülemez, tahmin edilemez nitelikte olduğu, tüm unsurların birlikte değerlendirmesi ile tespit edilecektir. Burada bahsedilen unsurlar değerlendirilirken, sözleşmenin niteliği, süresi, kurulması aşamasındaki koşullar, meydana gelen değişikliğin etkilediği unsurun esaslı olup olmaması, tarafların durumu ve uzmanlık alanı gibi faktörler etkili olacaktır.

Tarafların öngörmeleri gereken hal ve durumların sınırı ise dürüstlük kuralı uyarınca belirlenecek; sözleşmenin türü, tarafların menfaatleri, bilgi ve tecrübeleri, meslek ve uzmanlıkları ve iş çevresindeki ortalama anlayış gibi kıstasların gözetilmesi sonucu ortaya çıkan olayın taraflarca öngörülüp öngörülemeyeceği değerlendirilecektir.

Bu kriterler arasında yer alan tarafların meslek ve uzmanlıklarının önemi elbette büyük olup, değerlendirmeye etkisi de yadsımaz derecededir. Zira Yargıtay'ın birçok kararında, uyarlama talep edenin tacir olduğundan hareketle öngörülemezlik şartının sağlanmadığı gerekçesiyle uyarlama talebini reddettiği görülmektedir. Gerek Yargıtay gerekse doktrindeki yazarların çoğunun görüşü, “basiretli bir tacir gibi davranma” yükümlülüğü bulunan tacirler bakımından, uyarlama taleplerinde kriterlerin daha sıkı bir değerlendirmeye tabi tutulması yönündedir.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 18.maddesinin 2.fıkrasında, tacirlere basiretli iş adamı gibi davranma ölçütü getirilmiş olup; bu ölçüt, tacirler için objektif özen yükümlülüğü sonucunu doğurmakta ve tacirin, işletmesi ile ilgili faaliyetlerinde aynı ticaret alanında faaliyet gösteren öngörülü, tedbirli bir tacirin göstereceği özeni göstermesini zorunlu kılmaktadır. Bu zorunlulukla tacirin, kendi yetenekleri ve çabasıyla sınırlı kalmaması ve ticari iş ve eylemlerinin hukuki, mali ve ticari sonuçlarını öngörmesi beklenmektedir.

Esasında tüm sözleşmelerin kurulması ile taraflarca belli oranda riskler üstlenilmektedir. Taraflar tacir olsa dahi, sözleşmeyi kurarken bütün unsurları eksiksiz şekilde hesaplamalarını beklemek olanaksızdır. Dolayısıyla, uyarlama için öngörülemez nitelikteki risklerin, normal olarak tasavvur edilebilen veya edilmesi gereken, aşağı yukarı her işte bulunan durumları aşan olaylar şeklinde nitelendirilebilmesi gerekmektedir.

Yukarıda açıklandığı gibi, tacir olmayan kişiler için öngörülemezlik nedeniyle beklenmeyen hal sayılabilecek birçok olay, tacirler için uyarlamaya yeterli görülmemekte, tacirler bakımından daha sıkı kriterler getirilmektedir. Basiretli hareket yükümlülüğü nedeniyle sözleşmenin kurulması anında birtakım risklerin alındığının kabulü yahut salt tacir olunmasının, öngörülemezlik kriterini bertaraf etmesinin her zaman hakkaniyetli sonuçlar doğurmayacağı açıktır.

  1. Aşırı ifa güçlüğü yaratan olgu, mağdur olan taraftan kaynaklanmamalıdır

Değişen koşullara dayanarak sözleşmenin uyarlanması veya sona erdirilmesinin talep edilebilmesi için, aşırı ifa güçlüğü yaratan olgunun, mağdur tarafa isnat edilebilecek nedenlerle ortaya çıkmamış olması gerekir. Sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan durum değişikliğine mağdur olduğunu iddia eden taraf katkı sağlamışsa, artık bu kişi aşırı ifa güçlüğüne dayanıp sözleşmenin uyarlanmasını talep edemeyecektir.

TBK'nın 138.maddesinde her ne kadar yalnızca borçlunun uyarlama talep edilebileceği belirtilmiş ise de, madde kapsamında koşulların oluşması halinde alacaklının da bu hakkı haiz olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Nitekim gerek TBK öncesi dönemde yerleşik uygulama gerekse yeni dönem Yargıtay kararları, sözleşmenin uyarlanmasının hem alacaklı hem de borçlu tarafından talep edilebileceği yönündedir.

Ayrıca mağdur olan tarafın durum değişikliğinden etkilenmemek için gerekli olan tüm önlemleri almış olması, durum değişikliğinin meydana gelmesine katkı sağlamaması gerekir. Buna rağmen durum değişiklik meydana gelmişse, gerekli her türlü özeni göstermesi ve durum daha da kötüleşmeden bunu karşı tarafa bildirmesi beklenecektir. Bildirimin hiç yahut vaktinde yapılmaması nedeniyle durumun daha da ağırlaşması halinde, ortaya çıkan riske dair sorumluluk, mağdur olan tarafta olacaktır. Her ne kadar madde metninde bildirime ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiş ise de, genel hükümler ve dürüstlük kuralı uyarınca, böyle bir yükümlülüğün kabulü gerekir.

Olgunun kendisinin mağdur taraftan kaynaklanmaması yanında, bunun aşırı ifa güçlüğü yaratması da bu kişiden kaynaklanmamalıdır. Yani uyarlama talep edecek taraf, temerrüde düşmemiş olmalıdır. Borcunu zamanında ifa etse olağanüstü hale yakalanmayacak olan borçlu, temerrüde düştüğü için bu öngörülemez olguya yakalanmışsa, kural olarak uyarlama talep edemeyecek ya da bu sebeple sözleşmeyi sona erdiremeyecektir. Borçlunun, temerrüde düşmesinde kusuru bulunmaması halinde uyarlama talep edebilmesi mümkündür.

  1. Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır.

Taraflar sözleşmenin kurulması ile birlikte birtakım riskleri alırlar yahut almaları beklenir. Dolayısıyla ifanın güçleşmesine sebep olan her değişiklik, taraflara uyarlama yahut sözleşmenin feshi hakkı vermeyecektir. Burada değerlendirilmesi gereken husus, ifanın “aşırı” derecede güçleşmesi nedeniyle, dürüstlük kuralı gereği ifanın beklenemez olmasıdır. Bunlar, sözleşme adaletinin ve ekonomik dengenin bozulduğu durumlardır. Madde gereği ifanın talep edilebilirlik değerlendirmesinde kriter, dürüstlük kuralıdır.

Burada ifanın beklenemezlik derecesi de önem taşımaktadır. Zira TBK'nın 138.maddesi, etkilenen tarafa uyarlama yahut sözleşmenin feshi hakkı getirmekte; beklenemezlik derecesine göre uyarlama halinde dahi hakkaniyetli sonuçlar ortaya çıkmayacak ise, sözleşmenin sona erdirilmesi çözümüne gidilebilecektir. 

  1. Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.

Madde metninde açıkça ifade edilen bir diğer şart ise, uyarlama talep edilebilmesi için borcun henüz ifa edilmemiş olması yahut ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan hakların saklı tutularak gerçekleştirilmiş olması, yani bir ihtirazi kayıt beraberinde yapılmış olması gerekir.

  1. Değişen Koşullara İlişkin TBK'da Özel Olarak Düzenlenen Haller

Yukarıda da belirtildiği gibi TBK'nın 138.maddesi, değişen koşullar nedeniyle uyarlama veya sözleşmenin sona erdirilmesine ilişkin genel hüküm olup, TBK'da, bazı sözleşme tipleri bakımından özel hükümlere yer verilmiştir. Bu çalışmada bu özel hükümler üzerinden detaylı inceleme yapılmayacak olup aşağıda yalnızca ilgili maddelere yer verilmiştir.

  • Eser Sözleşmesinde Götürü Bedelin Tespiti (TBK m.480)

TBK'nın 480.maddesi, eser sözleşmesi açısından özel bir uyarlama hükmü niteliğinde olup, götürü ücretli sözleşmelerde, önceden öngörülemeyen haller dolayısıyla ücretin arttırılmasını veya sözleşmenin feshini düzenleyen bir hükümdür. Madde, götürü bedel ile yapılması vaadedilen işlerin, öngörülenden fazla emek ve masraf gerektirmiş olması halinde bile, bedelin arttırılmasının talep edilemeyeceğini düzenlemektedir. Bu düzenleme ile ana kuralı ahde vefa ilkesi olduğu belirtilmekte ve devamında, aşırı ifa güçlüğü hallerinde uyarlama yahut sözleşmenin feshinin talep edilebileceği ifade edilmektedir.

  • Bağışlama Sözünün Geri Alınması ve İfadan Kaçınma (TBK m. 296)

Bağışlama sözü verme sözleşmesinde sözü veren, sözleşmenin diğer tarafına karşılıksız kazandırmada bulunma taahhüdünde bulunmaktadır. Bu taahhüt, ahde vefa ilkesi gereğince sonradan durumlar ne kadar değişirse değişsin, yerine getirilmelidir. Ancak TBK'nın 296.maddesi ile özel bir uyarlama hükmü getirilmiş ve sözü verenin, mali durumunun sonradan olağanüstü şekilde değişmesi halinde, sözünü geri alabileceği ve ifadan kaçınabileceği düzenlenmiştir.

  • Kira Sözleşmelerinin Önemli Sebeple Feshi (TBK m. 331)

TBK'nın 344. maddenin 3. fıkrasında, kira sözleşmesinde kira bedeli yabancı para olarak kararlaştırılmış ise beş yıl geçmedikçe kira bedelinde değişiklik yapılamayacağı, ancak, TBK'nın aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138. madde hükümlerinin saklı olduğu düzenlenmiştir. Bu maddeye göre uyarlama yapılırken, yabancı paranın Türk parası karşısındaki değer artışının tespit edilerek, belirlenecek iki değer arasındaki fark miktarının, sözleşmedeki diğer hükümler ile mevcut koşullar (kiralananın niteliği, kullanma alanı, konumu, bölgede kira bedelini etkileyecek normalin üstündeki gelişmeler, emsal kira paraları, vergi ve amortisman giderlerindeki artışlar gibi) birlikte değerlendirilecektir. Bu değerlendirme sonucunda çıkar dengesinin katlanılamayacak derecede bozulduğunun tespit edilmesi halinde, kiracının ne miktar kira parasından sorumlu olacağı, hakkaniyet ve iyi niyet kuralları çerçevesinde, yine yabancı para cinsinden belirlenmektedir.5

  • Ürün Kirasında Olağanüstü Durumlarda Kira Bedelinden İndirim (TBK 363)

Ürün kirası ile ilgili TBK'nın 363.maddesinde, tarımsal nitelikteki bir taşınmazın her zaman verdiği verimin, doğal olayla ya da olağanüstü felaket sebebiyle ciddi derecede azalması durumunda kiracının kira bedelinin orantılı bir şekilde indirilmesini talep edebileceği düzenlenmiştir.

  1. Aşırı İfa Güçlüğünün Hüküm ve Sonuçları

Sonradan ortaya çıkan durum değişiklikleri sonucu sözleşmenin her iki tarafı için de bozulan dengesinin tekrardan sağlanabilmesi olanaklıysa, öncelikli olarak uyarlama yapılarak sözleşmenin ayakta tutulması gerekecektir. Bu değerlendirme yapılırken değişen koşullarla birlikte sözleşme ilişkisinin devamında tarafların durumu ve katlandıkları ekstra külfetler de dikkate alınacaktır. Sözleşmenin uyarlanarak devam edilmesinde her iki tarafın da menfaatinin korunması önem arz etmektedir. Aksi halde uyarlama değil, sözleşmenin sona erdirilmesi yoluna gidilecektir.

Uyarlama, sözleşme içeriğinin değiştirilmesi yoluyla yapılacaktır. Değiştirilen içerik ifa yeri ve zamanı gibi hususlar olabileceği gibi, edimlerin arttırılması ya da azaltılması da uyarlamaya konu olabilecektir.

Dürüstlük kuralının bir gereği olarak aşırı ifa güçlüğü ile karşı karşıya kalan taraf, diğer tarafa yapacağı bir bildirim ile sözleşmenin uyarlanması için müzakere davetinde bulunmalıdır. Tarafların iradesi doğrultusunda sözleşmenin uyarlanması mümkün ise, bu en uygun çözüm olacaktır. Bu şekilde bir sonuca varılamaması ve yukarıda açıklanan şartların varlığı halinde ise, hâkimden sözleşmenin uyarlanması istenebilecek, bu mümkün değilse sözleşmeden dönme yahut sözleşmenin feshi hakkı kullanılarak sözleşme sona erdirilebilecektir.

Tarafların uyarlama konusunda anlaşma sağlayamamaları durumunda hâkimden uyarlama talebinde bulunulması halinde hâkim, öncelikle kanunda ve sözleşmede uyarlamaya ilişkin olumlu ya da olumsuz bir düzenleme olup olmadığını tespit edecektir. Buna göre, kanunda ve sözleşmede uyarlamaya dair bir düzenleme bulunmuyorsa ancak o zaman uyarlama şartlarının somut olaya uygulanıp uygulanamayacağını değerlendirecektir.

Uyarlamanın, TBK'nın 138.maddesi amacına uygun olmadığı ve sözleşme adaletini sağlamadığı durumlarda ise sözleşmeden dönme yahut sözleşmenin feshi gündeme gelecektir. Madde, uyarlamanın mümkün olmadığı halde sözleşmeden dönmeyi borçlunun talebine bağlamıştır. Burada belirtmek gerekir ki düzenleme ile, taraflara bir hak tanınmış olup bu hakkın kullanılıp kullanılmayacağına ve yine kullanılması halinde hakkın kapsamına, değişen koşullardan etkilenen taraf karar verecektir. Uyarlama talebiyle mahkemeye başvurulması halinde hâkim, taleple bağlı olup, uyarlamanın şartlarının oluşmaması nedeniyle sözleşmenin sona erdirilmesine yönelik karar veremeyecektir.

Sözleşmelerin değişen koşullara uyarlanmasının, taraflarının menfaat dengesini sağlamaya olanak vermemesi ve sözleşmedeki risk paylaşımının adil bir şekilde yapılmasının mümkün olmaması durumunda son çare, sözleşmenin sona erdirilmesidir. Sürekli edimli sözleşmeler bakımından fesih ve ani edimli sözleşmeler bakımından dönme de bir nevi uyarlamadır.

Sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması halinde bir tarafın yükümlülükleri hafiflerken diğer taraf bu durumdan zarar görebilir. Bu durumda maddenin amacı olan hakkaniyetli sonuca ulaşılabilmesi adına, risk paylaşımının adil şekilde yapılması ve zarar gören tarafa “denkleştirme bedeli” ödenmesi söz konusu olabilecektir. Denkleştirme bedeli olarak karşı tarafın sözleşmenin ifa edileceğine güvenerek yaptığı masrafların karşılanması amaçlanmakta olup; bu bedel, kaçırılan fırsatlar için bir ödeme yapılması bu kapsamda değerlendirilmeyecektir.

SONUÇ

Sözleşmeye bağlılık ilkesi temel prensipler arasında yer alsa da, adaletinin sağlanması için sözleşmelerin değişen koşullara uyarlanmasının önemi yadsınamaz. Günümüzde bu ihtiyaçtan ötürü uyarlama konusu önem kazanmakta ve uyarlama hakkında gerek ulusal gerekse uluslararası düzenlemeler giderek detaylı hale getirilmektedir.

Türk hukukunda da TBK'nın 138.maddesi ile, soruna tutarlı bir çözüm getirilmeye çalışılmıştır. Buna rağmen hükmün sonuçları bakımından tartışmalı olan pek çok husus bulunmaktadır. Hükmün niteliği ve öngörülen şartlar itibariyle her bir sözleşme ilişkisi üzerinde detaylı bir inceleme yapılarak olası sonuçların değerlendirilmesi ve buna bağlı olarak, menfaat dengesini de gözetecek şekilde, TBK uyarınca başvurulabilecek ifa imkansızlığı yahut uyarlama mekanizmalarının tercih edilmesi gerekmektedir.

Footnotes

1 https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss321.pdf

2 Yargıtay 13. HD 14.12.1990 tarih, 1990/5697 Esas, 1990/8708 sayılı kararı

“Sözleşmenin para ile ilgili şartlarını edim ve karşı edim arasındaki oranı esaslı ölçüde sarsan olağanüstü olaylara, beklenmeyen olaylar denir. Beklenmeyen olaylar sözleşmenin akçalı şartlarını alt üst eden olağanüstü, sezilemeyen, kusur dışı gerçek olaylardır. Bu olaylar karşısında kalan borçlu sözleşmenin metnine değil, ne var ki kendi borcuna bir sınır çizen adalet, iyiniyet kurallarına dayanmak gerektiğini ileri sürer. Beklenmeyen olaylar borcun ifasını esaslıca güçleştiren nedenlerdir. İmkânsızlık denen durumlarda ise edimin yerine getirilmemesi söz konusu olmaktadır. Tekrarlayarak ve önemle vurgulayalım ki imkânsızlık ile beklenmeyen durum kavramlarını birbirine karıştırmamak gerekir.

3 BAYSAL Başak, Sözleşmenin Uyarlanması, On İki Levha Yayıncılık, 2019, İstanbul.

4 Yargıtay HGK, 12.11.2014 tarih, 2014/1614 Esas, 2014/900 kararı

Yukarıdan beri açıklandığı gibi, Türkiye'de yıllardan beri ekonomik paketler açılmakta, ancak istikrarlı bir ekonomiye kavuşamamaktadır. Devalüasyonların ülkemiz açısından önceden tahmin edilemeyecek bir keyfiyet olmadığı, kur politikalarının her an değişebileceği bir gerçektir. Devalüasyon ve ekonomik krizlerin aniden oluşmadığı, piyasadaki belli ekonomik darboğazlardan sonra meydana geldiği bilinmektedir. Ülkemizde 1958 yılından beri devalüasyonlar ilan edilmekte sık sık para ayarlamaları yapılmakta, Türk parasının değeri dolar ve diğer yabancı paralar karşısında düşürülmektedir. Ülkemizdeki istikrarsız ekonomik durum davacı tarafından tahmin olunabilecek bir keyfiyettir. Somut olayda uyarlamanın koşullarından olan öngörülmezlik unsuru oluşmamıştır.”

5 Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 29.5.2003 tarih, 2003/3007 Esas ve 2003/7017 kararı

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.