- within Antitrust/Competition Law, Corporate/Commercial Law and Real Estate and Construction topic(s)
- in United States
I. GİRİŞ
Başvurucu, T. Bankası A.Ş. ("Davalı Banka") aleyhine yürütülen icra ve yargılama süreci neticesinde alacağını yaklaşık on yıl sonra tahsil edebilmiş; bu süreçte tahsilin makul sürede gerçekleştirilmemesi ve geçen sürede paranın reel değerinin düşmesi ile munzam zarar talebinin gerekçesiz biçimde reddedilmesi nedenleriyle Anayasa ile güvence altına alınan mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuruya ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı 29/09/2025 tarihinde Resmî Gazete 'de yayımlamış olup işbu bilgi notunda kararın hukuki analizi yapılmıştır.
II. İNCELEME
a. Olayın Özeti
Başvurucu, konut satın almak amacıyla bir inşaat şirketinden konut finansman kredisi kullanmıştır. Bu kapsamda şirkete 20.000 TL, bankaya ise 28.854 TL ödeme yapmıştır. Ancak inşaat şirketinin konutu teslim etmeyeceğinin anlaşılması üzerine başvurucu, yaptığı ödemelerden dolayı bankanın da şirketle birlikte müteselsilen sorumlu olduğunu ileri sürmüştür.
Bu durum üzerine başvurucu, 9/11/2010 tarihinde Davalı Banka aleyhine 48.854 TL asıl alacak üzerinden icra takibi başlatmıştır. Banka, bu takibe itiraz etmiş, bunun üzerine başvurucu itirazın iptali davası açmıştır.
Davaya bakan Tüketici Mahkemesi, 30/1/2020 tarihli kararıyla davayı kısmen kabul etmiş; bankanın borcu tamamen ödeyinceye kadar, asıl alacak üzerinden yıllık %9 temerrüt faizi uygulanmasına hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca, asıl alacak tutarının %20'si oranında başvurucuya icra inkâr tazminatı ödenmesine karar vermiş, fazlaya ilişkin talepleri reddetmiştir. Bu karar 1/7/2020 tarihinde kesinleşmiştir.
Dosya kapsamında hazırlanan 19/6/2020 tarihli icra dosyası kapak hesabında, faizin 42.667,61 TL olduğu belirtilmiştir. Ardından banka, 2/7/2020 tarihinde toplam 119.114,76 TL tutarı icra dosyasına yatırarak borcu ödemiştir. Gerekli kesintilerden sonra başvurucuya ödenecek miktar 115.866,48 TL olarak hesaplanmıştır.
Başvurucu, icra dosyasındaki alacağını tahsil etmesine rağmen, paranın uzun sürede ödenmesi nedeniyle değer kaybına uğradığını ileri sürerek 17/12/2020 tarihinde Davalı Banka aleyhine İstanbul 10. Tüketici Mahkemesinde dava açmıştır. Bu davada başvurucu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun ("TBK") 122. maddesi uyarınca, alacağının faizi aşan şekilde değer kaybettiğini belirterek munzam zararının tazminini talep etmiştir.
Tüketici Mahkemesi, 9/3/2021 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde mahkeme, munzam zararın doğabilmesi için borçlunun temerrüde düşmesinde kusurlu olması gerektiğini, davalı bankanın temerrüde düşmede kusuru bulunmadığını ve munzam zarar koşullarının oluşmadığını ifade etmiştir.
Başvurucu kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi'ne taşımıştır. 46. Hukuk Dairesi, 15/12/2022 tarihli kararıyla hükmün ortadan kaldırılmasına ve farklı bir gerekçe ile davanın reddine karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, kararında, munzam zararın varlığının başvurucu tarafından somut delillerle ispatlanamadığını ve genel ekonomik şartlara (enflasyon, döviz, altın değerleri) yapılan atıfların tek başına munzam zararın doğduğunu göstermeye yeterli olmadığını, alacaklının bizzat kendi özel şartlarına ilişkin zarar iddiasının somutlaştırılması ve ispatlanması gerekirken ispatlanamadığını belirtmiştir.
Başvurucu kararı temyiz etmiştir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 12/03/2024 tarihli kararıyla Bölge Adliye Mahkemesi kararını onamıştır. Karar gerekçesinde, munzam zararın varlığı için gerekli koşulların somut olayda gerçekleşmediği belirtilmiştir. Daire kararına göre, munzam zararın varlığı için öncelikle borçlunun borcunu ödemede temerrüde düşmüş olması, temerrüt faiziyle karşılanamayan bir zararın mevcut bulunması, borçlunun temerrüde düşmede kusurlu olması ve son olarak alacaklının iddia ettiği zarar ile borçlunun temerrüdü arasında illiyet bağının kurulması gerekmektedir. Munzam zararın, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borç niteliğinde olduğu, bu nedenle temerrütle birlikte doğduğu vurgulanmıştır.
Dairenin kararında davacının ileri sürdüğü zarar olgusunun, yüksek enflasyon, faiz oranlarının yüksekliği, döviz kurlarındaki artış, paranın satın alma gücündeki azalma gibi unsurlardan kaynaklandığını, bu olguların davacıyı ispat yükünden kurtarmayacağı gibi herhangi bir ispat kolaylığı da sağlamayacağını ifade etmiştir. Bu nedenle, yalnızca genel ekonomik göstergelere dayanarak munzam zararın varlığının kabul edilemeyeceği vurgulanmıştır.
Ayrıca Daire, munzam zararın varlığının somut, belirli ve açık biçimde ortaya konulması gerektiğini, aksi hâlde salt ekonomik koşullara dayalı iddiaların TBK'nın 122. maddesi kapsamında kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. Genel ekonomik değerlendirmelerin zararı belirlemeye yeterli olmayacağı, tazmin edilecek zararın mutlaka davacının durumuna özgü, fiilen gerçekleşmiş zarar olması gerektiği belirtilmiştir.
Sonuç olarak Yargıtay 3. Hukuk Dairesi; davacının ileri sürdüğü zarar iddiasını destekleyecek geçerli ve somut delil sunmadığı, iddialarının genel ekonomik olgularla sınırlı kaldığı gerekçesiyle munzam zarar koşullarının oluşmadığı kanaatine varmış ve temyiz itirazlarını reddederek hükmü onamıştır.
b. Değerlendirme
Başvurucu uyuşmazlığın ortaya çıkmasından alacağın tahsiline kadar olan yaklaşık on yıllık süreçte döviz ve altın fiyatlarının önemli ölçüde artması nedeniyle alacağının değer kaybına uğradığını, uyuşmazlığın makul süreyi aşar şekilde çözümlendiğini ve bu durumun Anayasa'nın 35. maddesiyle güvence altına alınan mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
Ayrıca, munzam zarar talebinin reddedilmesinin, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında güvence altına alınan adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, benzer nitelikteki davalarda farklı kararlar verilmesinin Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğunu belirterek, tüm bu nedenlerle mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Anayasa Mahkemesi 08/07/2025 tarihinde söz konusu başvuruya ilişkin kararını vermiş olup işbu karar 29/09/2025 tarihinde Resmî Gazete 'de yayımlanmıştır. Kararda Mahkeme mülkiyet hakkına ilişkin olarak; alacaklının alacağını geç tahsil etmesi hâlinde enflasyon karşısında meydana gelen değer kaybının giderilmemesinin alacaklının alacağının gerçek değerine ulaşmasını engellediğini, borçlunun ise borcunu gerçek değerinin altında ödemesine neden olduğunu, bunun da adil dengeyi alacaklı aleyhine bozduğunu ifade etmiştir. Adil dengeyi sağlayabilmek için borçlunun borcunu gerçek değeri üzerinden ödemesi gerektiği, aksi takdirde alacaklıya orantısız bir külfet yüklenmiş olacağı belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi kararında, mevcut durumda borçlunun borcunu zamanında ödememesinden kazançlı çıktığı, dava ve icra süreçlerinde geçen sürenin borçlunun lehine işlediği, bu durumun kötü niyetli kişileri teşvik ettiği ve dava ile icra takiplerinin uzamasına neden olduğu ifade edilmiştir. Kararda enflasyonun yol açtığı bu ekonomik sorunların ortadan kaldırılması amacıyla çıkarılan 3095 sayılı Kanuni Faiz Ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un, kanunî faiz oranlarını belirlemekle birlikte enflasyon oranlarıyla doğrudan bağlantı kurmadığı ifade edilmiştir. Bu nedenle söz konusu kanunun, alacakların enflasyon karşısında değer kaybını önlemeye yönelik yeterli koruma sağlamadığı ve teorik düzeyde dahi değer kaybını önleme kapasitesine sahip bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Bu gerekçelerle Mahkeme, 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 105. maddesi ile TBK'nın 122. maddesi kapsamında açılan munzam zarar davalarının, alacaklıların enflasyon karşısında uğradıkları değer kaybının tazminini güvence altına almadığını ve bu konuda etkili bir hukuk yolunun mevcut olmadığını tespit etmiştir.
Mahkeme, bu çerçevede, Anayasa'nın 35. maddesiyle güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Ayrıca Mahkeme, özel hukuk kişileri arasındaki alacakların enflasyon karşısında değer kaybına uğraması nedeniyle yapılan bireysel başvuru sayısının giderek arttığını, bu konuda çok sayıda şikâyetin Anayasa Mahkemesi önüne geldiğini belirtmiştir. Bu durumun, mevcut başvuru ve diğer derdest dosyalar bakımından aynı mahiyette olduğunu ve yeni bireysel başvurularla aynı sorunun tekrarlanacağını tespit etmiştir.
Mahkeme, başvuruların yalnızca bireysel ihlal kararlarıyla çözülemeyeceğini, alacakların enflasyon karşısında değer kaybına uğramasını önleyecek nitelikte açık, etkili ve kalıcı bir hukuk yolunun ihdas edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda, alacakların enflasyon karşısında uğradıkları değer kaybının tazminini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun bulunmadığını, bu nedenle etkili bir hukuk yolunun oluşturulması yönünde gerekli düzenlemenin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bildirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
III. SONUÇ
Anayasa Mahkemesi, başvurucunun alacağının uzun süren yargılama ve icra süreci sonunda tahsil edilmesi nedeniyle alacağın reel değerinin korunmadığı yönündeki iddiasını değerlendirerek, mevcut hukuk yollarının alacakların enflasyon karşısında uğradığı değer kaybını telafi etmeye elverişli bir koruma sağlamadığını tespit etmiştir. Mahkeme, bu doğrultuda Anayasa'nın 35. maddesiyle güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak 40. maddede düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Yüksek enflasyon nedeniyle paranın satın alma gücündeki düşüşün reel bir gerçeklik olması karşısında, munzam zarar taleplerine dair yargılamalarda, somut ispat külfetinin alacaklıda olduğuna dair yargısal uygulamanın, sorunlara çözüm bulamadığı değerlendirildiğinden, Yüksek Mahkemenin kararının hakkaniyete uygun olduğu değerlendirilmektedir.
Ayrıca Mahkeme, uyuşmazlığın yapısal bir sorundan kaynaklandığını belirterek, bu kapsamda pilot karar usulünün uygulanmasına ve alacakların değer kaybının tazminini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun oluşturulması gereğinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bildirilmesine hükmetmiştir. Kararın yayımlanmasından itibaren altı ay süreyle aynı konuda yapılacak bireysel başvuruların incelenmesinin ertelenmesine karar verilmiştir.
The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.