"Adil yargılanma hakkının" başta gelen ilkelerinden biri de makul süredir. Makul süre içerisinde sonuçlanmayan, yıllarca devam eden yargılamalarda dava sonuçlansa dahi, uzayan yargılama sonucu elde edilen lehe bir kararın bile önemi kalmamaktadır. Kişiler talep sonucunun elde etmiş olsalar dahi yargılamaların uzun sürmesi sebebiyle alınan karardan ne memnun ne de tatmin olmaktadırlar. Bu nedenlerle, bir yargılamanın sonucu kadar, davanın makul süre içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığı da büyük önem arz etmektedir. Zira "Geç gelen adalet, adalet değildir" fikri bireylerde oluştuğunda, dava sürecine ve bunun sonucu olarak gerek hukuk düzenine ve gerekse devlete karşı oluşan güven duygusu sarsılmaktadır. Dava süreci içerisindeki en önemli hususlardan biri makul süredir. Bu kapsamda; "adil yargılanma hakkı", "makul süre", "usul ekonomisi", kavramları önem arz etmektedir.

"AİHS"'in "6. Maddesinde" düzenlenen ve "AİHM" kararlarıyla oluşturulan içtihatlar ile gelişen "makul süre" yaklaşımı yargılamaların makul bir zaman süresi içerisinde sonuçlandırılmasını ifade etmektedir. Bu ilke, hem hukuk davalarında, hem idari davalarda, gerekse ceza davalarında da söz konusudur. Bu nedenle incelememde, "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi" kapsamında ülkemizdeki hukuki düzenlemeler de dikkate alınıp göz önünde bulundurularaka makul süre kavramı açıklığa kavuşturulmuştur.

1. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ'NİN İÇ HUKUKUMUZDAKİ YERİ VE İÇ HUKUKA ETKİSİ

Miletlerarası sözleşmelerin Türk Hukuku'ndaki yeri hususunda "1982 Anayasası'nın 90. Maddesinde";

"Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. Ekonomik, ticarî veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur. Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya idarî andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz. Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır."

şeklinde düzenlenmiş olup bu yaklaşımda üç önemli ölçüt öngörmüştür1:

  • "Miletlerarası sözleşmeler kanun gücündedir".
  • "Miletlerarası sözleşmelerin Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülemez".
  • "Usulüne uygun bir şekilde yürürlüğe girmiş temel hak ve özgürlüklerle ilgili hükümlere yer veren uluslararası sözleşmeler kanunların aynı hususta çelişen düzenlemeler içermesi sebebiyle gündeme gelebilecek ihtilaflarda, miletlerarası sözleşmelerin hükümleri esas alınır".

Bu hususlar; 1982 Anayasası'nda da düzenlenmiş olup emredici niteliktedir. Dahası yapılan düzenlemede, usulüne uygun bir şekilde hayata geçirilmiş olan miletlerarası ve uluslarüstü andlaşmaların iç hukuk yapısında geçerli ve emredici olacağı açık ve tartışmasız olarak vurgulanmış bulunmaktadır. Ayrıca bir diğer taraftan, miletlerarası sözleşmelerle ilgili olarak Anayasa'ya aykırılık iddiası ile "Anayasa Mahkemesi" nezdinde başvuru yapılamayacağı belirtildiğine göre bu kapsamda; normlar hiyerarşisi ve sistematiği açısından miletlerarası sözleşmelerin, diğer kanunların üstünde bir statüye sahip olduğu tartışılmazdır.2

Özetle; "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi", Türkiye tarafından imzalanmasıya birlikte iç hukukumuzun vazgeçilemez ve ayrılmaz bir unsuru haline gelmiş, yerel mahkemeler ve kamu otoriteleri için bağlayıcı ve emredici bir niteliği haiz olmuştur.3

2. ADİL YARGILANMA HAKKI

İnsan haklarından olan "adil yargılanma hakkı" kavramının ne anlama geldiği ve ayrıca kavram olarak isimlendirilmesi konusunda, doktrinde görüş birliği bulunmamaktadır. "AİHS'in 6. Maddesinde" adil yargılanma hakkı tanımlanmakta olup; maddenin tüm kapsamı değerlendirilirken İngilizce yayınların çoğunda "fair trial"4 kavramı5 kullanılmaktadır. "fair trial"6 kavramın Türkçe karşılığı konusunda da bir çok bakış açıları ve değerlendirmeleri bulunmaktadır.

"Adil yargılanma hakkı", gerek "AİHS"'de gerekse "AİHS"'in Türkçe tercümesinde, "adil yargılama"7 şeklinde belirtilmiştir. Doktrinde; bu husus ile ilgili olarak farklı ifadeler de dikkatleri çekmektedir.

Zabunoğlu'na göre: "Söz konusu hakkın doğru karşılığı, adil yargılanma hakkı"dır. "Adil yargılama", öznesi bakımından edilgen bir yapıya malik olması nedeniyle, yani, belirsizlik taşıması bakımından; bu yaklaşım uygun değildir. Dahası adil yargılanma hakkı, fert için bir "temel hak" kimliğini baskın olacak şekilde ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra, yargılama makamı açısından da adil yargılama yapma görevi sunmaktadır. Öte yandan "adil bir yargılanma" her zaman için "doğru bir yargılama"yı da kapsar. 8

Dönmezer'in değerlendirmeleri bakımından ise: "Yargılamanın sonucunun adil olması AİHS'nin 6. ve diğer maddelerinde hedeflenen bir şey olamaz". "Ama AİHS'nin ifade ettiği şey şudur: Adil sonuca varırken dürüst yollardan gideceksiniz. Adamı döversiniz, ona söversiniz ve onu söyletirsiniz; neticede verdiğiniz hüküm adil olur. Ancak bu dürüst bir yargılama değildir". Bu itibarla; "doğru yargılama" ifadesi, bu hakkı ifade etmek için daha doğru bir tercihtir ve bu kavram kabul edilmelidir". 9 İnceoğlu'na göre: "Fair trial" teriminin dilimizdeki tam çevirisi "hakkaniyetle yargılama" veya "hakkaniyete uygun yargılama"dır. "AİHS'nin 6. Maddesi"'nin bütününe işaret edildiğinde "adil yargılama" terimini kullanma; buna karşılık, "6. Maddedeki" ilke ve hakların bütününü kapsayan bir hak olarak kullanıldığında ise, "adil yargılanma hakkı" kavramını kullanma" tercih edilmelidir.10

Özetle; "fair trial" ifadesinin kavramsal olarak karşılığı, "AİHS'nin 6. maddesinde" hüküm altına alınan güvenceleri içeren düzenlemelere uygun olarak, doğru ve adil bir şekilde yürütlen bir yargılama faaliyeti için adil yargılanma olarak değerlendirilmesi düzenlemeye uygun düşmektedir.

3. MAKUL SÜRE İÇERİSİNDE YARGILANMA HAKKI

"AİHS'nin 6. Maddesinin" düzenlenme sebebi, hak arayan bireylerin haklarının yargılama süresince sürüncemede kalmasını önlemek ve özellikle ceza yargılamalarında suç şüphesi altında olan kişilerin uzun süreli belirsiz bir biçimde bir bilinmezlikten ve sürüncemeden kurtarmaktır. Etkili yargısal koruma ve yargıya olan güvenin sarsılmaması ve adaletin yerini bulması bakımından yargılama süresinin önemi hayatidir. Mahkeme kararlarının aradan çok zaman geçtikten sonra verilmesi, bazı hallerde dava lehe sonuçlansa dahi değer taşımayabilir. Yine ceza yargılaması açısından da kişinin suç isnadı altında uzun bir süre kalmaması ve zaman kaybetmeden yargılamanın sonuçlanması önem taşımaktadır.

"AİHS'nin 6. maddesinin 1. Fıkrasında" ifade edilen makul süre, bir yükümlülük olarak düzenlenmesinin yanısıra bu hususta verilen kararlar ile geniş bir içtihat oluşmuştur. Nitekim "Anayasamızın 141. Maddesinin 4. Fıkrasında da davaların mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılması" yargı organının görevleri arasında görülmüştür.

"AİHS'nin 6. maddesinin 1. Fıkrasında" makul süreye ilişkin getirilen bu yükümlülük gerek medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili ihtilaflarda gerekse suç şüphesi altında kalan şahıslara ilişkin uyuşmazlıklarda uygulanmaktadır. Maddede yer alan makul süre tüm yargılama sürecini ilgilendirdiğinden; "5. Maddenin 3. Fıkrasında" düzenlenen tutuklulukta makul süreden farklıdır.

"AİHM", makul sürede yargılama gereksinimini şu şekilde ortaya koymaktadır: "Tüm hak arayanlar için geçerli olan bu hükmün amacı, bu kişileri yargılama işlemlerinin sürüncemede kalmasına karşı korumak, özellikle ceza davalarında, suçlanan kişinin uzun süre davasının nasıl sonuçlanacağı endişesi ile yaşamasını önlemektir". "AİHM", yargı organlarının yargılama işlemlerini mümkün olduğunca hızlandırmalarının başvurucunun "6. Madde" kapsamındaki güvencelerden yararlanmasını sağlamak bakımından büyük önem taşıdığını içtihatlarında vurgulamaktadır. Bu kapsamda makul süre ile ilgili ölçütler AİHM kararları ışığında aşağıda incelenmiştir.

3.1 MAĞDURLUK STATÜSÜ

Sözleşme organları karşısında makul süreyle ilgili iddiada bulunabilmek açısından başvurucu şahısların buldunduğu ihlali yapan ülkenin iç hukuk yollarını tamamlamış olması gerekir. Fakat bu koşul, makul süre aşılmasına rağmen davanın sonuçlanmasını beklemek demek değildir. Davanın henüz sonuçlanmamasına rağmen yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikme yaşanmışsa, süreyle ilgili başvuruların, yargılamalar devam ederken başvuru konusu yapılabilmesi mümkün olmaktadır.

"AİHM" Eckle/Almanya kararında11; mağdurluk statüsü ile ilgili olarak şu şekilde hüküm kurmuştur:

"Madde 25 çerçevesindeki mağdur kelimesi, yapılan bir ihmal veya eylemden doğrudan etkilenen kişiyi ifade eder. Zararın meydana gelmemesi halinde dahi ihlal olduğu kabul edilebilir. Uzun yargılama nedeniyle hükmün hafifletilmesi ve davanın düşmesi ilke olarak ilgili kişinin madde 25 kapsamında mağdur statüsünü ortadan kaldırmaz."

Özetle; makul süre şikayeti ile başvuru yapabilmek için davanın sonuçlanmış olması gerekmemekle birlikte, bu şikayete ilişkin olarak mevcut bir iç hukuk yolu varsa bu yolun tüketilmesi gerekmektedir. Ayrıca aşağıda açıklandığı üzere makul sürenin değerlendirilmesinde dava sonucunun önemi de bulunmamaktadır.

3.2 YARGILAMADA MAKUL SÜRE KAVRAMI DEĞERLENDİRİLİRKEN KULLANILAN ÖLÇÜTLER

Yukarıda açıklanmış olduğu üzere; adil yargılanma bir çok hakkın korunması ile ortaya çıkmış bir grup hakkı ifade etmekte ve içerisinde bir çok ilkeyi barındırmaktadır. Kısacası; adil yargılanma hakkı pek çok unsurdan oluşmakta olup bu unsurlarının bazıları madde metninde açıkça sayılırken; bazıları ise içtihatlarla geliştirilmiştir.

Yine yukarıda açıklandığı üzere, "6. Maddede" düzenlenen adil yargılanma hakkı gerek medeni haklarla ilgili davalar gerekse ceza davaları açısından düzenleme getirmiştir. Fakat sözleşme organları adil yargılanma hakkına ilişkin terim ve kavramları iç hukukların düzenlemelerinden bağımsız bir "otonom kavram" olarak yorumlamaktadır. Bunun bir sonucu olarak da "AİHM" ve Komisyon'un bu kavramlar içinde değerlendirdiği tüm uyuşmazlıklarda yargılamanın makul sürede olup olmadığı değerlendirilebilmektedir.

Hukuki işlemlerin uzun süre sürüncemede kaldığı davalar; sözleşmeye taraf her ülke açısından başvuru konusu olmaktadır. Adaletin ve hukuki güvenliğin bir hukuk devletinde sağlanmış olması, hukuk devleti olabilmenin zaruri sonucudur. Unutulmamalıdır ki geç gelen adalet; adalet değildir.

Kişiler açısından nesnel olmayan bir kamu hakkı olan adil yargılanma hakkı, devleti, yargı teşkilatını bu hakkın gerekliliklerini gerçekleştirebilecek nitelikleri haiz olacak şekilde kurma yükümlülüğü altına sokar. Bu kapsamda; yargılamalarının makul süre içinde tamamlanmasını emreden hükmün amacının hak arayanları yargılama işlemlerinin sürüncemede kalmasına karşı korumak olduğunu belirtilmektedir.12

Önemle vurgulamak gerekir ki; her somut vakıa için geçerli somut bir süre tespit etmek olanaklı olmadığından "AİHM" yargılama süresinin makul olup olmadığını, her somut vakıanın özelliklerine göre incelemektedir. Sürenin makul olup olmadığını değerlendirebilmek için öncelikle sürenin tespit edilmesi gerekmektedir. Makul sürenin tespit edilmesi bakımından; dava konusu olayın karışıklığı, şikayetçinin tutumu ve kamu makamlarının tutumu önem arz etmektedir.

3.2.1 Dava Konusu Olayın Karışıklığı

Süre tespit edilirken önem taşıyan en önemli hususlardan biri başvuru konusu davanın ne derece karışık ve kompleks olduğudur. Bu kapsamda bir tespit yapılırken sadece hukuki zorluklar değil fiili zorluklar da dikkate alınmalıdır. Davada yer alan sanık ve tanık sayısının fazla olması, dava konusu olayın aydınlatılabilmesi için bilirkişi incelemesi yapılması, olayın meydana geldiği yerin çok fazla olması, bu yerlerin birbirine olan uzaklığı, ihtilafın yabancı unsurlu olması gibi yargılama sürecini etkileyecek olan vakıanın tüm özelliklerinin dikkate alınması ihtilafın güçlük derecesinin tespitinde önem arz etmektedir.

Tüm bunlara ek olarak yargılamanın tarafları açısında hastalık, tutukluluk gibi ilgilinin özel durumuna ilişkin değerlendirmeler de süre hesaplanırken dikkate alınması gerekir.

3.2.2 Şikayetçinin Tutumu

Sürenin tespit edilmesinde ve makul süre değerlendirmesinde kullanılan ikinci bir parametre ise başvurucunun yargılama sürecindeki tutum ve davranışlarıdır. Yargılamanın uzun sürmesinde başvuru yapan şahsın yargılama sürecindeki tutumunun etkisinin olup olmadığı, yargılamanın hızlı bir şekilde tamamlanması bakımından kendisine düşen vazifeleri yerine getirip getirmediği araştırılmaktadır. Özellikle hukuk davalarında yargılama sürecinin hızlı ilerlemesi önemli ölçüde tarafların tutumlarına bağlıdır. Bunun yanısıra bu husus mahkemenin davayı gerekli hızla sürüdürmesi yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır.

Ceza davasılarında ise suç şüphesi altınta bulunan sanığın adli makamlarla işbirliği yapma yükümü olmadığı gibi, tüm kanun yollarını kullanmış olması da aleyhinde bir unsur olarak kullanılmamalıdır. Fakat bu durumlarda sanığın yargılamanın hızını uzatıcı kötü niyetli işlemlerinin olup olmadığı da gözönünde tutmalıdır.

3.2.3 Kamu Makamlarının Tutumu

Makul süre değerlendirilmesinde tercih edilen parametrelerden bir diğeri ise görevli makamların tutum ve davranışlarıdır. Bu husus sadece davayı gören yargı organını değil, yargılamanın yapılmasında katkısı söz konusu olan hiyerarşide yeri olan tüm resmi makamların tutumlarının dikkate alınmasını belirtmektedir. Örnek vermek gerekirse tebligatı yapan posta idaresi, mahkemenin belge istediği tüm kamu idareleri, incelemesine ihtiyaç duyulan adli tıp kurumu gibi yargılama süresine etki eden tüm resmi makamların tavırlarının, ihmal ya da kusurlarının yargılamayı geciktirip geciktirmediği incelenmektedir. Divan meydana gelen gecikmeden devleti ancak tüm resmi kurumların ihmal ya da kusuru dolayısıyla sorumlu tutmaktadır.

Tüm resmi kurumlar; kendilerinden bekleneni hayata geçirmiş olmasına karşın görev dışı diğer nedenler ile örneğin hakim sayısının az olması, duruşma mekanlarının fiziki yetersizliği, siyasi ortamın elverişsizliği, iç hukuktaki boşluklar, iş yükünün ağırlığı gibi sebepler ile makul sürenin aşılmış olması durumlarında taraf devletin sorumluluğu ortadan kalkmamakta ve bu yükümlülükleri devam etmektedir. Açık olan adil yargılanma hakkı fertler açısından bir sübjektif kamu hakkı niteliği taşımaktadır ve devletin bu konuda tarafsız ve objektif sorumluluğu bulunmaktadır. Bu sebeplerle devlet, 6. madde gereklerinin yerine getirilmesini sağlayacak tüm tedbirleri eksiksiz olarak almak ve uygulamakla yükümlüdür.

3.2.4 Dava Konusu Olayın Önemi

Makul sürenin aşılıp aşılmadığı tespit edilirken dikkate alınan parametrelerden biri de söz konusu davaya konu olayın önemidir. Bu hususta AİHS tarafından kurulan son hükümlerde özellikle dava konusu olayın niteliğinin de dikkate alınarak değerlendirme yapıldığı görülmektedir. Örnek vermek gerekirse AIDS hastası olan bir bireyin hastalığının öncelik sebebi olarak görülmemiş olması makul sürenin aşılması olarak ele alınmıştır. Yine başka bir örnek de tutuklu kişilerin davalarının öncelikli olarak görülmemesinin makul süre ihlali olarak sayılmasıdır.

Davanın önemi ile ilgili olarak belirtilmesi gereken bir diğer konu ise makul sürenin aşıldığı iddiası ile yapılan başvurularda da iç başvuru yollarının tamamlanarak, tüketilmesi gereği aranmaktadır. Yine belirtmek gerekir ki makul süre değerlendirilirken davanın sonucunun ne olduğu bu değerlendirmede önemli bulunmamaktadır. Başkaca bir deyiş ile taraf devlet yargılama makul süre içerisinde bitseydi dahi sonuç değişmeyecekti şeklinde bir savunma yaparak sorumluluktan kurtulamayacaktır. 13

Ceza davaları açısından ise davanın zaman aşımı nedeni ile düşmüş olması veya kovuşturmanın takipsizlik kararı ile sonuçlanmış olması, makul süre değerlendirilmesinde önem arz etmemektedir. Makul süre düzenlemesindeki asıl amaç hakkın bir an önce yerine getirilmesinin yansıra ilgililerin yargılamanın uzamasından kaynaklanan maddi ve manevi zararlardan korumaktır. 14

4. SONUÇ

Adil yargılanma hakkı, devlet açısından bir görev yetkiyken birey açısından ise bir hak olduğundan; ihtilafın birey ve devlet olan her iki tarafı da doğrudan etkilemektedir.

AİHS ile yapılan düzenlemede, adil yargılanma hakkı ile ilgili en temel asgari unsurlar ve standartlar düzenlenmiş bunun dışında içtihatlar ile de hakkın kapsamı ve yorumu genişletilmiştir.

Her ne kadar "Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşme"'sine ve ek protokollere taraf olsa da; "AİHM" nezdinde Türkiye aleyhine olan davaların büyük bir kısmı "adil yargılanma hakkı" ve bu hak kapsamında yer alan "makul süre" ile ilgili olup; davaların büyük bir kısmında da "adil yargılanma hakkının ihlâl edildiği..." şeklinde hüküm kurulmaktadır.

"AİHM"'in Türkiye hakkında vermiş olduğu ihlal kararları tahlil edildiğinde bu kararların bir çoğunun iç hukukta yer alan hukuki düzenlemeler değil; bu düzenlemelere riayet edilmemesi ve hakların bireyler tarafından etkin bir şekilde kullanılmasının engellenmesinden kaynaklandığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle, ihlal gerekçeleri incelendiğinde yasal noksanlıkların ve farklılıkların gerekçelerin küçük bir kısmını oluşturduğu ihlallerin çoğunun yargılama sürecinde yaşanan hatalardan kaynaklandığı bulgusuna erişilmektedir.

İncelememizde değerlendirilen kararların önemli bir kısmında; özellikle dikkat çekilen bir husus önem arz etmektedir. Sözleşme'nin ihlal edildiğini tespit eden bu kararlarda "Türk iç hukukunun yapılan haksızlığı telâfi edecek düzeyde olduğu, ancak bu hukuku işletecek mekanizmanın çalıştırılamadığı" vurgulanmaktadır. Bu hususta en önemli görev idari ve adli makamlara düşmektedir. Yargılama organları inceleme ve soruşturmalarını özenli, eksiksiz ve ciddi olarak tamamlamalıdırlar.

Hem Türkiye hem de diğer taraf ülkeler bakımından; "makul sürede yargılanma hakkının" "adil yargılanma hakkının" ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeği ile geç gelen adaletin adalet olmadığı aşikardır. Bu gerekçeyle; makul sürede yargılamaların yapılarak bireylerin en doğal hakkı olan adil yargılanma hakkının ihlal edilmemesi büyük önem arz etmektedir. Ülkeler sadece yasal düzenlemeler yaparak; makul sürenin ihlalinin önüne geçemeyeceklerdir. Önemli olan husus yargı sistemlerinin işleyişinin düzeltilmesi, yargıç ve dosya sayısının orantılı olup olmadığının dikkate alınmasıdır. Sistemde temel değişiklikler yapılmadan vatandaşların adil yargılanma haklarının ihlal edileceği gerçeği mütemadiyen karşımıza çıkacaktır.

Oysa Türkiye, bu bakımlardan "Bangalor Yargı Etiği İlkeleri" (BM, 2001) ve "Yargı Etiği Tavsiyeleri" (Avrupa Konseyi, 2010) başta, birçok uluslararası bildirgeye taraftır. Bu doğrultuda 8 bölüm ve 61 maddeden oluşan Türk Yargı Etiği Bildirgesi, 11 Mart 2019'da yayımlanmıştır. "Bu bildirge, hukuki süreçte etik ilkeleri belirleyen bağlayıcı bir belgedir." Burada geçen "sav-savunma-hüküm" üçlüsünün eksiksiz inşası, Anayasa ve Avrupa Sözleşmesi'nin amir hükümleri gereğince geliştirilen Anayasa ve insan hakları uluslararası hukuku alanındaki kazanımlar doğrultusunda makul süre dâhil olmak üzere âdil yargılanma hakkının sağlanması ısrarla salık verilmektedir. Dolayısyla Türkiye milletlerarası ve ulusüstü sözleşmeler doğrultusunda hareket etmesi modern dünyanın standartlarını uygulayacağı anlamına gelmesi bakımından dikkate değerdir.

Footnotes

1. Bkz. 1982 Anayasası m. 90.

2. "Kapani, Münci, Kamu Özgürlükleri, 6.Bası, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara 1981, s. 133."

3. "Türmen, Rıza, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin İç Hukukumuza Etkileri, Anayasa Mahkemesi'nin 38. Kuruluş Yıldönümü Dolayısıyla Düzenlenen Panel."

4. "Bazı dillerdeki karşılıkları olarak: fair trial [EN]; adél margan [VEEN]; faires Gerichtsverfahren [DE]; procès équitable [FR]; giusto processo [IT]; juicio justo [ES]; julgamento justo [POR].".

5. "AİHS'nin, işbu sözleşmeyi imzalayan ülkeler için bağlayıcı bir belge olması nedeni ile, İngiltere, Sözleşme ile korunan hakların net ve açık bir şekilde düzenlenmesini talep etmiştir. «Fair trial» (adil yargılanma) prensibinin anavatanı olan İngiltere'nin talebi, oldukça ilgi çekicidir". [Toklu, Erdinç, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Çerçevesinde Adil Yargılanma Hakkı (Yüksek Lisans Tezi), Kocaeli 2001, s. 26'daki dn. 79- 80'den dolaylı atıfla.]"

6. "«Fair trial» kavramının temelini, Anglo-Amerikan hukukundaki «due process of law» kavramı oluşturmaktadır. Bu kavram Fransız hukukundaki «proces de lei» teriminden kaynaklanmakta olup, Fransız hukukuna da 1354 senesinde, 1215 tarihli Manga Carta'dan alınmıştır. Daha sonraları kavramın 17. yüzyılda Hâkim Edward Coke tarafından ele alınıp geliştirildiği görülmektedir." Karakehya (2007) a. g. e., s. 16'daki dn. 49'dan dolaylı atıfla. Amerika'da, «fair trial» kavramının karşılığı olarak genelde «due process» kavramına yer verilmektedir. Bu kavramın Amerikan hukukunda ifade ettiği anlam ve içinde yer alan alt haklar için Bkz. Kunter, Nurullah / Yenisey, Feridun / Nuhoğlu, Ayşe, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 14. bası, İstanbul 2006, s. 27 vd.."

7." Çelik, Adem, 1982 Anayasası'nda Adil Yargılanma Hakkı (Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2006, s. 21'deki dn. 67'den dolaylı atıfla."

8. https://taa.gov.tr

9. "Dönmezer, Sulhi, İzmir Barosu Yargı Reformu 2000 Sempozyumu, Ekim 2000, s. 339. "Kanaatimizce Dönmezer, burada, hukuka uygun şekilde yargılama düşüncesinden hareketle, «delil yasakları» konusuna değinmektedir. Delil kuralları, delil elde etme usûlleri ve hukuka aykırı deliller (yasak deliller) ile bunların değerlendirilmesi konularında bkz. Kaşıkara, M. Serhat, Ceza Muhakemesi Hukukunda Delil Elde Etme Yasakları, Konya 2008."

10. "İnceoğlu, Sibel, "İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, İstanbul 2002, s. 2-3. İnceoğlu, kavramın tam karşılığı olarak «hakkaniyete uygun yargılama» teriminin kullanılması gerektiğini savunmakta; ancak pratik kaygılar dolayısıyla «adil yargılama» terimini kullandığını söylemektedir."

11. "Eckle/Almanya, 15 Temmuz 1982, §§ 64-70, Seri A No. 51."

12. "GÖLCÜKLÜ, Feyyaz-GÖZÜBÜYÜK, Şeref, a.g.e., s.222"

13. "GÖLCÜKLÜ, Feyyaz, agm., s.216."

14. "GÖLCÜKLÜ, Feyyaz, agm., s.126."

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.