Modern hukuk sistemlerinde benimsenmiş olan sözleşme serbestisi ilkesi, sözleşmenin içeriğinin, kanunda belirlenen sınırlar içerisinde kalmak kaydıyla taraflarca özgürce belirlenebileceğini ifade etmektedir. Tarafların içeriği özgürce belirlenmiş olan sözleşmenin hükümlerine sadık kalmaları, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini gereği gibi yerine getirmeleri beklenir; bu da ahde vefa ilkesini ifade eder.

Ancak sözleşme kurulurken tarafların iradesinin ve beyanlarının uyuşmasına, sözleşmeden doğan hak ve yükümlülükler üzerinde mutabık kalınmasına rağmen bazı durumlarda tarafların sözleşmeden doğan borçlarını ifa edemediğine rastlanılır. Sözleşme yapıldığında karşılıklı edimler arasında olan denge, sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. Sözleşme taraflarından birinin sözleşme yükümlülüklerini yerine getirmekte güçlük yaşaması halinde "aşırı ifa güçlüğü" söz konusu olur. İşte, bu makalenin konusu olan sözleşmenin uyarlanması, aşırı ifa güçlüğü halinde ahde vefa ilkesinin bir istisnası olarak karşımıza çıkar. Aşırı ifa güçlüğü, Türk Borçlar Kanunu'nda şöyle düzenlenmiştir:

Türk Borçlar Kanunu madde 138: Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

Kanunun lafzına göre aşırı ifa güçlüğüne düşen taraf, hâkimden sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasını talep edebilir ya da sözleşmeden dönebilir. Ancak borçlunun sözleşmenin uyarlanmasını öncelikle karşı taraftan talep edeceğinin kabulü gerekmektedir. Karşı tarafın bu talebi kabul etmemesi halinde borçlunun önünde iki seçeneğinin olduğu söylenebilir: Bunlardan birincisi sözleşmenin uyarlanmasını mahkemeden talep etmedir. Böyle bir durumda taraflar arasındaki sözleşme dava konusu olacaktır. Borçlunun ikinci seçeneği sözleşmeden dönme yoluyla sözleşmeyi sona erdirebilmektir.1

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, sözleşmenin uyarlanmasını mahkemeden talep etmek için gereken koşulları şöyle izah eder:

TBK m. 138 hükmüne göre; sözleşme taraflarından birinin hâkime yapacağı başvuru üzerine talep doğrultusunda bir karar verilebilmesi için aşağıdaki şartlar bulunmalıdır.

1) Sözleşme kurulduktan sonra, tarafların edimleri arasındaki denge, borçludan sonuçları yüklenmesi istenemeyecek kadar büyük ölçüde bozulmuş olmalıdır. Şayet aşırı ifa güçlüğü sözleşme kurulduğu sırada da mevcut olup sadece taraflarca bilinmiyorsa, bu TBK m. 138 hükümlerine değil, şartları varsa yanılma (TBK m. 30 vd.) hükümlerine göre iptale konu olabilir. Sonradan ortaya çıkan ifa güçlüğünün, mutlaka borçlunun ekonomik olarak mahvına veya ağır zararına yol açacak olması gerekmez. Maddede, "kendisinden ifanın istenmesinin dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir" olması yeterli görülmüştür. Elbette bu değerlendirmede, karşı tarafın durumu da göz önüne alınacaktır.

2) Edimlerin dengesindeki değişiklik sözleşme yapılırken öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen (Savaş, ekonomik kriz, devalüasyon, tabii afetler, ithal ve ihraç konusunda getirilen yasak ve tahditler gibi) olağanüstü bir durumdan ileri gelmelidir. Bu husus da "Emprevizyon" olarak ifade edilebilir. Maddede her ne kadar "taraflarca öngörülmeyen" denmişse de olağanüstü olgunun sözleşme kurulurken sadece aşırı ifa güçlüğüne düşen taraf açısından öngörülemez olması yeterli sayılmalıdır. Aşırı ifa güçlüğüne düşenin bu durumu sözleşme yapılırken öngörmediğini ispat etmesi yetmez, bu durum onun için "öngörülmesi beklenemez" olmalıdır. Kendi özensizliği veya dikkatsizliği sebebiyle bu olguyu öngörememişse, 138. maddeden yararlanamayacaktır.

3) Aşırı ifa güçlüğü yaratan olgu borçludan kaynaklanmamalıdır. Olgunun kendisinin borçludan kaynaklanmaması yanında, bunun aşırı ifa güçlüğü yaratması da borçludan kaynaklanmamalıdır.

4) Edimler henüz ifa edilmemiş olmalıdır. Kural olarak ifada bulunduktan sonra aşırı ifa güçlüğünden söz ederek uyarlama veya sözleşmeden dönme yollarına başvurulamaz. Ancak, borçlu doğan haklarını saklı tutarak ifada bulunmuşsa, ifadan sonra da bu haklarını kullanabilecektir. Bu takdirde, uyarlamanın sonucuna göre veya sözleşmeden dönme halinde, ifa etmiş bulunduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre kısmen veya tamamen geri isteyebilecektir.2

Tüm dünyayı etkisi altına alan COVİD-19 Salgını, global ölçekteki konut krizi, deprem, ülkemizde yaşanan enflasyon ve buna bağlı Türk parasının değerini korumak amacıyla getirilen yasal düzenlemeler; başta kira sözleşmeleri ve yabancı para üzerinden akdedilen kredi sözleşmeleri olmak üzere pek çok tarafın ifa güçlüğüne düşmesine sebep olmuştur.

Sözleşmenin uyarlanması talebiyle açılan davalarda Mahkeme, sözleşmenin ve edimlerin niteliğine, değişen koşulların öngörülebilir olup olmadığına ve değişen koşulların taraflara etkisine bakarak her somut olayı kendi içinde değerlendirir. Örneğin, basiretli bir tacir için olağanüstü durumları öngörme yetisinin tacir olmayan kişiye nazaran daha fazla olacağı kabul edilmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2014 tarihli bir kararında ülkemizdeki ekonomik durumun öngörülemez olmadığı, bu sebeple uyarlamanın koşullarının oluşmadığına hükmedilmiştir:

Yukarıdan beri açıklandığı gibi, Türkiye'de yıllardan beri ekonomik paketler açılmakta, ancak istikrarlı bir ekonomiye kavuşamamaktadır. Devalüasyonların ülkemiz açısından önceden tahmin edilemeyecek bir keyfiyet olmadığı, kur politikalarının her an değişebileceği bir gerçektir. Devalüasyon ve ekonomik krizlerin aniden oluşmadığı, piyasadaki belli ekonomik darboğazlardan sonra meydana geldiği bilinmektedir. Ülkemizde 1958 yılından beri devalüasyonlar ilan edilmekte sık sık para ayarlamaları yapılmakta, Türk parasının değeri dolar ve diğer yabancı paralar karşısında düşürülmektedir. Ülkemizdeki istikrarsız ekonomik durum davacı tarafından tahmin olunabilecek bir keyfiyettir. Somut olayda uyarlamanın koşullarından olan öngörülemezlik unsuru oluşmamıştır.3

Hâkimin sözleşmeden dönmeye karar verebilmesi için davacının böyle bir talebinin bulunması şarttır. Davacı talebinde uyarlamanın mümkün olmaması halinde dönme hakkını kullanmak istediğini belirtmemişse ya da doğrudan ve sadece dönme hakkını kullanmayı talep etmiş, ancak hâkim yaptığı incelemede uyarlamanın mümkün olduğunu görmüş ise talebi aşarak kendiliğinden diğer hakkı uygulayamaz, davayı reddetmesi gerekir. Ancak bu red, şartlar devam ettikçe reddedilen davada öne sürülmeyen uyarlama ve sözleşmeden dönme talebi ile yeni bir dava açılması engellemez. Hâkim uyarlama miktarı ve yöntemini belirlemede serbesttir, davacının talep ettiği uyarlama tarzından farklı bir uyarlama yapmaya yetkilidir. 4

Footnotes

1. BAYSAL Başak, Aşırı İfa Güçlüğü, s.137 vd.

2. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2013/16898 K. 2014/18895 T. 13.06.2014

3. Yargıtay HGK, 12.11.2014 tarih, 2014/1614 Esas, 2014/900 K. kararı

4. Oğuzman Kemal /Öz Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 11.İstanbul 2013., s. 207-208

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.