Marka tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine aittir. Yani tescilli markanın kullanımı topluma kapatılmıştır. Tescil, marka sahibine yasaklamayı da içeren ciddi bir tekel bahşettiği gibi tescilli markanın bir takım sorumluluklar da yüklediğini unutmayalım. Öncelikli sorumluluk markayı kullanmak, "ciddi biçimde" kullanmak.. Zira amaç, herhangi bir işaretin yararsız ve anlamsız biçimde topluma kapatılması değil, aksine işletmelerin mal ve hizmetlerinin birbirinden ayırt edilebilmesi için ticaret alanında kullanılmasıdır. Yani markayı birkaç kez bir malın üzerinde kullanarak işin içinden "Benim tescilli markam var!" diyerek sıyrılmak mümkün değil.

Ancak yasal olarak markayı kullanmanın kısıtlı bir nitelik taşıması hali de söz konusudur. 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 14. maddesinde markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması "markayı kullanma" olarak kabul edilmiştir. Zira, belli bir dış pazara dönük olarak yaratılan markanın sadece o dış pazar şartlarına cevap vermesinin yeterlidir. Örneğin dış pazarda sattığınız düşük kalitedeki mallarınızın iç pazardaki yüksek kalitedeki mallarınızla aynı marka ile anılmasını tercih etmeyebilirsiniz.

Peki yasal olarak tescilli bir markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması markayı kullanma olarak kabul edilmiş iken haksız işareti taşıyan malı yurt içinde piyasaya sürme gayesi olmaksızın üretip ihraç eden bir firma veya sadece ihraç eden bir firmanın sorumluluğunun olmadığını söylemek mümkün müdür?

Yukarıda andığımız üzere marka tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine ait iken tescilli bir markanın haksız şekilde kullanılması nerelerde kendini göstermektedir? Markanın haksız kullanımı için markayı hakkı olmadığı halde kullanmak gereklidir. Kararname'de haksız kullanma biçimleri sınırlı olmayıp örnekseme yoluyla genişletilebilir ve bu haksız kullanım marka hakkı sahibi tarafından yasaklanabilir. Kararnamede sayılan ve marka hakkı sahibi tarafından yasaklanabilecek olanlar; haksız işaretin mal veya ambalajı üzerine konulması, haksız işareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi veya bu amaçla stoklanması, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi veya o işaret altında hizmetlerin sunulması veya sağlanması, haksız işareti taşıyan malın gümrük bölgesine girmesi, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulması, haksız işaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarında kullanılması, işareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılmasıdır.

Burada ilk derece mahkemeleri ile Yargıtay kararları arasındaki farklılıklardan da hareket ederek; taklit markalı malı yurt içinde piyasaya sürme gayesi olmaksızın üretip ihraç eden bir firma ile sadece ihraç eden bir firma hakkında verilen farklı kararların eleştirisini yapacağız.

Marka ihlallerinde, ilk derece mahkemeleri marka hakkına tecavüzün varlığını tespit etse dahi haksız işareti taşıyan malı üretip ihraç eden ya da üreticisi  olmayıp sadece ihracatını yapan firma hakkında marka ihlalini gerçekleştirmediği yönünde kararlar verebilmektedirler.

Oysa Yargıtay ve doktrin, Kararname ile haksız işareti taşıyan malın gümrük bölgesine girmesi, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulmasının yasaklanabileceğinin öngörüldüğünü, Kararname'de sayılan tecavüz hallerinin sınırlanmadığını ve Kararname'nin 61/c maddesinde markayı veya ayırt edilmeyecek benzerini kullanarak markanın taklit edildiğini bilen veya bilmesi gerekenlerin bu ürünleri ticari amaçla elinde bulundurmasının da marka hakkına tecavüz oluşturduğunu bu nedenle, marka sahibinin izni olmadan haksız işareti taşıyan malların transit geçişinin markaya tecavüz oluşturacağını kabul etmektedir. Yargıtay kararlarında; Türkiye'nin taraf olduğu TRIPS Anlaşması'na da atıf yapılmakta ve Sözleşme'nin taraf ülkelere marka hakkı ihlallerine neden olan malların hak sahiplerinin zarar görmesini engelleyecek biçimde ticaret kanalları dışına çıkarılması yükümlülüğü getirmekte olduğu ifade edilmektedir. Bütün bu açıklamalar ışığında, marka sahibinin izni olunmaksızın marka taklit edilerek üretilen sahte ürünleri bulundurmanın ve yurt dışı etme faaliyetlerinin suç ve marka hakkına tecavüz oluşturduğu değerlendirilmektedir.

Tam bu anda Kararname'nin 61/c maddesine göre markayı veya ayırt edilmeyecek benzerini kullanarak markanın taklit edildiğini "bilen veya bilmesi gerekenlerin" bu ürünleri ticari amaçla elinde bulundurması da marka hakkına tecavüz oluşturmakta ise iştigal konusu sadece "ihracat yapmak" olan bir firmanın "bilen veya bilmesi gerekenler" olarak değerlendirilmesi mümkün müdür sorusu akla gelmektedir.

Aynı şekilde fason ürün üretip yurt dışındaki alıcının talebi üzerine haksız işareti ambalaj etiketinde kullanarak ürünü yurt içi piyasaya sokmaksızın ihraç eden firmanın marka hakkına tecavüz etmediği savunması geçerli sayılmalı mıdır?

Fason üretici firmalar ile ihracatçı firmalar için bu soruların cevabı ne olursa olsun, cevabın içeriğinden çok öngörülebilir olması önemlidir. Bu nedenle konuya yasal bir netlik getirilmeden bu belirsiz alanda yapılan ticaret hem fason üretici ve ihracatçı firmalar hem de marka sahipleri için tedirgin edici olmaya devam edecektir.

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.